 |
MAKALELER
İlişkiler ve Problemler: Aşkın dayanılmaz hafifliği
Yeniden bir baharın yaklaşıyor olması gerek, bana aşkı
düşündürten. İlkbaharın ışığı, tazeliği, cıvıl cıvıl neşesi, güzelliği,
mis kokusu ile özdeşleştirdiğimiz aşkı. Derin bir mutluluk ve heyecanın
sardığı o duyguyu.
“...Yeniden doğmuş gibiyim!...” diye haykırır aşık Ne
kadar da çok anlam barındırır, bu benzetme içinde. Aşık, uzun bir
uykudan sonra, adeta bir yeni doğan gibi, hayata yeniden gözlerini
açmıştır. İkinci, üçüncü... bir hayata başlama fırsatı yakalamıştır,
aynı hayatın içinde. Herşey yenidir onun için. Her tat heyecan
uyandırır. Keşfedilecek daha çok şey vardır hayatta, yaşı “geçkin” aşık
için bile.
Veya aşkla özdeşleşmiş olan “Ayaklarım yerden kesildi”,
“Mutluluktan uçuyorum” söylemleri. Ne kadar da hafif. Bir o kadar da
özgür. Gerçekten de durum böyledir aşık için. Zaman yoktur artık, ne de
mekan. Herşey silinmiştir. Adeta “hayat belleği” sıfırlanmıştır. Geçmiş
sıkıntılar, acılar, hayalkırıklıkları, öfkeler, sitemler, yanlışlar;
hepsi yokolmuştur. Aşık, hayat mahkemesinden beraat etmiştir ve artık
özgürdür. Yüklerini atmış, uçmaktadır.
Bütün bunlardan sonra bir de aşkı “zulm” haline getirmiş
olan yanılsamadan bahsetmek istiyorum. İnsanı tüketen, değersizleştiren.
Bu yanılsama halinde, kişi, kendi olmaktan çıkar. Yakınları ona
yabancılaşmıştır, o da kendine. “Aslında ben böyle biri değilim” der.
Hayret etmektedir sözlerine, davranışlarına. Benliği adeta korkunç bir
canavar tarafından esir alınmıştır. Öfke doludur. “Aşığım” der ama
içinde sevgi adına tek bir damla yoktur, kendine yetecek kadar bile.
Derken intikam ve hırs girer devreye. Artık kişinin yolu
“yanılsama aşk”ından bile iyice uzaklaşmıştır. Bütün uğraş belki de
“kaybedilen itibarı” telafi etmektir. Bu da ancak aşık olunan, “zulm
görülen” kişinin fetvası ile olacaktır. Ortalık savaş alanına dönmüştür.
Tabakların kırıldığı, bedenin yaralandığı değil kastettiğim sadece,
savaşlar bazen son derece “stratejik” de yaşanabilir. Aynen günümüzde
olduğu gibi.
Kliniğin, günlük hayatın, sanatın veya edebiyatın
vazgeçilmez unsurudur “aşk”. Acı ile özdeşleştirilen. Adeta yüceltilen.
“Aman aşık olma”, “Sakın aşık olduğunla evlenme. O sana aşık olsun ama”
der kimileri? Haksızlık ederler aşka ve ne yazık ki aslında hiç “aşk”
yaşamamışlardır.
Bir klinisyen olarak “yanılsama aşkı” hakkında birçok
şey söyleyebilirim. Hatta bir analist olarak bu durumu oedipe’e kadar
açıklayabilirim. Yasak olanı, imkansız olanı sevmek. İlk aşklarımız
değil midir, anne ve babalarımız? Ve asla birlikte olamadıklarımız, ama
hep aradıklarımız. “Aynı babam”, “Evet, anneme benziyor. Zaten annem
gibi bir kadın olsun istedim hep”. Daha komikleri ise “O kadar şikayet
ederdim. Ama kocam da aynısı. Olacak şey değil!”. Evet, ilk aşklarımız
ve ilk hayalkırıklıklarımızdır; anne, babalarımız. Zaman içinde
“ürkütücü” bir şekilde benzediklerimiz. Zaten “ulaşılmazın” cazibesi de
bir bakıma bu değil midir?
Bir diğer açıdan düşünecek olduğumda aklıma ilk gelen
“narsisistik yanılsama aşkları” oluyor. Burada kişi “aşık olduğunu
zannetmektedir”. Evet, üzüntü vardır. Ama genel olarak baktığınızda
kişinin aslında “hırs yaptığını” düşünürsünüz. Bu durumda, kişinin
kendisi yerine, aslında, öteki acı çeker. Çünkü kendisine aşık olduğunu
söyleyenle asla mutlu olamamaktadır. “Olamıyordur”.
Hayatta sınırları olan sadece zeka değildir.
Duyguların da bir sınırı vardır. Duyarlılığın. Nihai ilişki kurabilme
becerisinin. Ki, “duygusal zeka” adı altında son zamanların popüler bir
kavramı oldu. Narsisizm söz konusu olduğunda akla ilk gelen
“ilişkisizliktir”. Öteki olan arkadaş, sevgili vs. sadece sahip olunması
gereken bir nesnedir. Duygusal yatırım yoktur. Dolayısıyla “aşık olunan
kişi” her ne kadar istese de bu kişiyle olamamaktadır. Çünkü, kendini
bir türlü değerli hissedememektedir. Sözler bunun aksini söylese de...
Bir de insanın kendini sevgisiz ilişkilerde
konumlandırdığı “yanılsama aşkları” vardır. Herşey çok nettir aslında.
“Aşık olunduğu zannedilen kişi” ona sevildiğini hissettirmemektir. Ama
acaba o, gerçekten değerli hissetmeyi istiyor mudur?
İltifatlar karşısında, kimi insanların, o son derece
rahatsız, çekimser ve adeta reddeder durumları hep ilginç gelmiştir.
Samimi olanları kasdediyorum. Aslında kişiye sadece ayna tutulmaktadır
ve ayna ona konuşmaktadır, ayna kadar berrak bir şekilde. Ama, hayır, bu
bazılarına çok fazla gelir. Bu kadar da güzel şey söylenmemelidir.
Teşekkür dahi edemez.
İşte son bahsettiğim “yanılsama aşk”larında da tam da
böyle bir durum söz konusudur. Kişi, ne kadar “Artık güzel birşeyler
yaşamak istiyorum” dese de aslında –kesinlikle bilinçdışı- “zulm” edilip
değersizleştirilmeyi istiyordur. Çeşitli nedenleri olmakla beraber...
Hepinize “hafif aşklar” diliyorum. Zaman içinde aynı
ilişkide tekrarlayan “aşk canlanmalarını” da buna dahil ederek.
Sevgilerimle,
Uzm.Psk.Mine Karagözoğlu
|
|