D Psikiyatri Psikoterapi

  • Anasayfa
  • Hakkımızda
    • Ekibimiz
    • Foto Albümü
    • Hazırlayanlar
  • Psikiyatri
    • Hastalıklar
    • Tedaviler
    • Psikiyatride Önemli Kişiler
    • Genel Psikiyatri
    • Kaynakça
  • Psikoterapi
  • Makaleler
  • Dünyaya Yön Verenler
  • Blog
  • İletişim
Randevu
  • Anasayfa
  • Genel Psikiyatri
  • Değişen Dengelere Uyum Sağlamanın Evliliğe Getirdiği Sorunlar
28 Ekim 2025 Salı / Kategori Genel Psikiyatri, Psikoterapi

Değişen Dengelere Uyum Sağlamanın Evliliğe Getirdiği Sorunlar

Evlilik, iki bireyin yalnızca duygusal bir bağ kurduğu değil, aynı zamanda hayatın sürekli değişen ritmine birlikte ayak uydurmaya çalıştığı bir yolculuktur. Bu yolculukta karşılaşılan en temel zorluklardan biri, değişen dengelere uyum sağlama becerisidir. Zamanla bireylerin kişisel gelişimleri, yaşam koşulları, değer sistemleri ve beklentileri değişir. Bu değişim, evliliğin dinamiklerini yeniden şekillendirir. Ancak bu dönüşüme ayak uydurmakta zorlanan çiftler, çoğu zaman ilişkilerinde çatlaklar yaşamaya başlar. Bu çatlaklar, görünmez ama derinleşen bir mesafeye, duygusal kopuşlara ve nihayetinde ilişkiyi tehdit eden sorunlara dönüşebilir.

İlişkinin başında kurulan denge, çoğu zaman romantik beklentiler, ortak hayaller ve benzer yaşam ritimleri üzerine inşa edilir. Ancak zaman ilerledikçe bireylerin iç dünyaları değişir. Bir taraf kariyerinde yükselirken diğer taraf kendini yeniden tanımlama sürecine girebilir. Bir taraf ebeveynlik rolünü benimserken diğer taraf bireysel özgürlüğünü korumaya çalışabilir. Bu gibi durumlarda, evliliğin başlangıcında var olan denge bozulur. Ve eğer çiftler bu yeni dengeyi birlikte kuramazsa, ilişki bir tür içsel dirençle karşı karşıya kalır.

Uyum sağlama becerisi, yalnızca dışsal değişimlere değil, aynı zamanda içsel dönüşümlere de yanıt verebilme kapasitesidir. Eşlerden biri psikolojik olarak bir kırılma yaşadığında (örneğin bir kayıp, travma ya da kimlik sorgulamasıyla karşılaştığında), diğer eşin bu süreci anlayabilmesi ve destekleyebilmesi gerekir. Ancak çoğu zaman bu içsel dönüşümler, karşı taraf için anlaşılmaz, hatta tehdit edici olabilir. “Sen eskiden böyle değildin” cümlesi, bu uyumsuzluğun en sık dile getirilen ifadesidir. Oysa değişim, insan olmanın kaçınılmaz bir parçasıdır. Evlilik, bu değişimi birlikte taşıyabilme cesaretini gerektirir.

Bir diğer önemli nokta evlilikte rollerin değişmesidir. Toplumsal normlar, bireylerin evlilik içindeki rollerini belirlerken, zamanla bu roller sorgulanmaya başlanır. Kadınlar daha fazla ekonomik özgürlük talep ederken, erkekler duygusal yakınlık arayışına girebilir. Bu rol değişimleri, evliliğin alışılmış dengesini sarsar. Eğer çiftler bu yeni rolleri birlikte tanımlayamazsa, ilişkide çatışmalar baş gösterir. Kadının daha fazla söz hakkı istemesi, erkeğin kendini dışlanmış hissetmesine neden olabilir. Erkeğin duygusal ihtiyaçlarını dile getirmesi, kadının onu zayıf görmesine yol açabilir. Bu gibi durumlar, karşılıklı anlayışın eksik olduğu bir zeminde büyür.

Değişen dengelere uyum sağlayamamanın bir diğer sonucu iletişim kopukluğudur. Eşler birbirlerinin değişen ihtiyaçlarını fark edemediklerinde, konuşmalar yüzeysel hale gelir. “Nasılsın?” sorusu bile zamanla anlamını yitirir. Çünkü artık cevabın ne olduğu değil, sorunun sorulup sorulmadığı önemlidir. Bu iletişim eksikliği, duygusal yalnızlığı besler. Eşler aynı evde yaşasalar da, farklı dünyaların insanı haline gelirler. Bu yalnızlık, zamanla başka arayışlara, duygusal kaçışlara ve hatta sadakatsizliğe zemin hazırlar.

Uyum sağlama becerisi, empatiyle doğrudan ilişkilidir. Eşler birbirlerinin değişen duygularını, korkularını ve beklentilerini anlayabildiklerinde, ilişki yeniden şekillenebilir. Ancak empati, çoğu zaman bireyin kendi içsel çatışmalarını aşabilmesiyle mümkündür. Kendi korkularıyla yüzleşemeyen bir birey, eşinin korkularını anlamakta zorlanır. Kendi değişimini kabul edemeyen biri, eşinin değişimine direnç gösterir. Bu direnç, evliliği bir tür savaş alanına çevirir. Her iki taraf da kendi haklılığını savunurken, ilişkinin özü kaybolur.

Evlilikte değişen dengelere uyum sağlayamamanın bir başka boyutu geçmişe tutunma eğilimidir. “Eskiden ne güzeldi” cümlesi bu nostaljik tutumun ifadesidir. Geçmişteki denge, bugünkü kaosun karşısında idealize edilir. Ancak bu idealizasyon, bugünü anlamayı ve dönüştürmeyi engeller. Geçmişe tutunmak, değişimi reddetmek anlamına gelir. Oysa evlilik, geçmişin değil, bugünün ve geleceğin ortak inşasıdır. Geçmişteki dengeyi aramak yerine, bugünkü karmaşada yeni bir denge kurmak gerekir.

Bu noktada psikolojik esneklik devreye girer. Psikolojik esneklik, bireyin değişen koşullara uyum sağlayabilme, duygusal olarak esneyebilme ve yeni çözümler üretebilme kapasitesidir. Evlilikte psikolojik esneklik, hem bireysel hem de çift olarak geliştirilmesi gereken bir beceridir. Bu beceri, kriz anlarında ilişkiyi koruyabilmenin anahtarıdır. Örneğin bir ekonomik zorluk yaşandığında, çiftlerin birlikte çözüm arayabilmesi, bu esnekliğin göstergesidir. Ya da bir sağlık sorunu ortaya çıktığında, eşlerin birbirine destek olabilmesi, bu uyumun ifadesidir.

Ancak psikolojik esneklik, yalnızca kriz anlarında değil, gündelik yaşamda da gereklidir. Eşlerin birbirlerinin değişen ritimlerine ayak uydurabilmesi, bu esnekliğin bir yansımasıdır. Bir taraf sabah insanıyken diğer taraf geceyi severse, bu ritim farkı bile ilişkiyi etkileyebilir. Ya da bir taraf sosyalken diğer taraf içe dönükse, bu farklılıklar zamanla çatışmaya dönüşebilir. Bu gibi durumlarda, esneklik ve anlayış, ilişkinin sürdürülebilirliğini belirler.

Evlilikte değişen dengelere uyum sağlayamamanın bir diğer sonucu, bireysel kimliğin kaybı ya da aşırı vurgulanmasıdır. Bazı bireyler, evliliğin başında kendi kimliklerini feda ederken, zamanla bu kaybın farkına varır ve geri kazanmak ister. Bu geri kazanma süreci, eş tarafından tehdit olarak algılanabilir. “Artık eskisi gibi değilsin” cümlesi, bu kimlik mücadelesinin ifadesidir. Diğer yandan bazı bireyler, kendi kimliklerini aşırı vurgulayarak ilişkiyi ikinci plana atabilir. “Ben buyum, değişmem” tutumu, ilişkinin ortak alanını daraltır. Bu iki uç arasında denge kurmak, evliliğin sağlıklı ilerleyebilmesi için şarttır.

Bu noktada, evliliğin bir gelişim süreci olduğunu hatırlamak gerekir. Tıpkı bireylerin gelişim evreleri olduğu gibi, evliliklerin de evreleri vardır. İlk yıllar, keşif ve uyum süreciyle geçerken, ilerleyen yıllarda derinleşme ve yeniden tanımlama süreci başlar. Bu evrelerde yaşanan değişimler, doğal ve kaçınılmazdır. Ancak bu değişimleri tehdit olarak görmek yerine, gelişim fırsatı olarak değerlendirmek gerekir. Evlilik sabit bir yapı değil, yaşayan bir organizmadır ve her organizma gibi değişime ihtiyaç duyar.

Değişen dengelere uyum sağlayamamanın evliliğe getirdiği sorunların çözümü, yalnızca bireysel çabalarla değil, çift olarak yürütülen bir süreçle mümkündür. Bu süreçte açık iletişim, empati, psikolojik esneklik ve birlikte çözüm üretme becerisi ön plana çıkar. Evlilik terapisi, bu süreci destekleyen önemli bir araç olabilir. Terapide çiftler, değişen dengeleri fark eder, bu dengelere nasıl uyum sağlayabileceklerini keşfeder ve ilişkiyi yeniden tanımlarlar.

Evlilik, değişimin içinde var olabilme sanatıdır. Bu sanat sabit kalmakla değil, birlikte dönüşebilmekle mümkündür. Evlilik, değişimin içinde var olabilme sanatıdır. Değişen dengelere direnmek, çoğu zaman ilişkiyi korumak adına yapılan bir refleks gibi görünse de aslında ilişkinin gelişimini durduran bir tutumdur. Çünkü her direnç, bir duygunun bastırılması, bir ihtiyacın görmezden gelinmesi anlamına gelir ve bastırılan her duygu, zamanla başka şekillerde kendini gösterir : öfke, kırgınlık, uzaklaşma ya da sessizlik olarak.

Sessizlik, evlilikteki en tehlikeli sinyallerden biridir. Çünkü artık konuşulacak bir şey kalmadığında, ilişki de konuşulamaz hale gelir. Bu sessizlik, çoğu zaman değişen dengelere uyum sağlanamadığının bir göstergesidir. Eşler birbirlerinin değişimini fark eder ama bunu dile getiremez. Ya da dile getirdiklerinde, karşılık bulamazlar. Bu karşılıksızlık, duygusal bağın zayıflamasına neden olur. Ve duygusal bağ zayıfladığında, evlilik yalnızca bir formaliteye dönüşür.

Bu noktada, evliliğin yalnızca iki birey arasında değil, aynı zamanda iki iç çocuk arasında kurulduğunu hatırlamak önemlidir. Her birey, geçmiş deneyimlerini, çocukluk yaralarını ve öğrenilmiş ilişki modellerini evliliğe taşır ve bu iç çocuklar, değişim karşısında en çok korkan taraflardır. Çünkü değişim belirsizlik demektir. Belirsizlik ise çocuklukta yaşanan güvensizlikleri tetikler. Bu nedenle evlilikte değişen dengelere uyum sağlamak, aynı zamanda iç çocukları da dönüştürmeyi gerektirir. Bu dönüşüm şefkatle, anlayışla ve sabırla mümkündür.

Evlilikteki sorunlar çoğu zaman yüzeydeki çatışmalarla görünür hale gelir: para, çocuk, aile, zaman yönetimi gibi konular üzerinden tartışmalar yaşanır. Ancak bu çatışmaların altında değişen dengelere uyum sağlanamamasının izleri vardır. Örneğin bir taraf daha fazla bireysel alan isterken, diğer taraf bunu reddedilmişlik olarak algılar ya da bir taraf duygusal yakınlık isterken, diğer taraf bunu baskı olarak hisseder. Bu gibi durumlarda, çatışmanın çözümü yalnızca davranışsal düzeyde değil, duygusal ve psikolojik düzeyde aranmalıdır.

Bu arayış, evliliği bir gelişim alanına dönüştürür. Eşler birbirlerinin aynası haline gelir. Birbirlerinin eksiklerini, korkularını ve potansiyellerini yansıtırlar. Bu yansıma, bazen rahatsız edici olabilir. Çünkü insan kendi gölgesiyle yüzleşmekten kaçınır. Ancak bu yüzleşme ilişkinin derinleşmesi için gereklidir. Evlilik yalnızca mutlu anların değil, aynı zamanda gölgelerin de paylaşıldığı bir alandır ve bu gölgeler, birlikte aydınlatıldığında, ilişki gerçek bir bağa dönüşür.

Değişen dengelere uyum sağlamak, aynı zamanda evliliğin anlamını yeniden tanımlamayı gerektirir. Evlilik, yalnızca birlikte yaşamak değil, birlikte büyümektir. Bu büyüme, zaman zaman acı verici olabilir. Çünkü büyümek, konfor alanından çıkmak demektir. Alışılmış rollerin, beklentilerin ve tanımların ötesine geçmek demektir. Ancak bu geçiş, ilişkinin olgunlaşmasını sağlar. Olgun bir ilişki, değişimi tehdit olarak değil, fırsat olarak görür. Ve bu fırsat, birlikte yeniden inşa edilecek bir hayatın kapısını aralar.

Evlilikte değişen dengelere uyum sağlayamamak, ilişkinin temel yapı taşlarını sarsan bir süreçtir. Ancak bu sarsıntı, aynı zamanda yeniden yapılanma için bir çağrıdır. Eşler bu çağrıyı duyduklarında ilişkiyi yeniden tanımlayabilir, yeni dengeler kurabilir ve birlikte dönüşebilirler. Bu dönüşüm yalnızca teknik çözümlerle değil, duygusal cesaretle mümkündür. Cesaret, değişimi kabul etmek, belirsizliğe adım atmak ve birlikte yeniden var olabilmektir.

Evlilik, sabit bir form değil, yaşayan bir ritimdir. Bu ritim zamanla değişir, dönüşür, bazen hızlanır bazen yavaşlar. Önemli olan bu ritmi birlikte hissedebilmek, birlikte dans edebilmektir. Ve bu dans, uyumun, anlayışın ve sevginin en derin ifadesidir.

Sizce bir ilişkide değişim mi daha zor, yoksa değişime direnmek mi?

 

 

 

 

  • Tweet
Tagged under: Değişen Dengeler, Evlilik, Evlilikte Değişen Dengeler, Evlilikte Sorunlar, Uyum Sağlamak

Bundan sonra ne okuyabilirsiniz?

Psikoterapiye neden ihtiyaç duyulur?
çocuk kaybı
Çocuk kaybı yaşamış ebeveynlerle destekleyici bir bağ kurmak
Kadının Güç Yanılgısı

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Konu Başlıkları

  • Dünyaya Yön Verenler
  • Genel Psikiyatri
    • Çocuk ve Ergen Psikiyatri & Psikoterapi
  • Hastalıklar – DSM-IV Sınıflandırılması
    • Anksiyete Bozuklukları
    • Başka Bir Yerde Sınıflandırılamayan Genel Tıbbi Bir Duruma Bağlı Ruhsal Bozukluklar
    • Başka Yerde Sınıflandırılmamış Dürtü Denetim Bozuklukları
    • Cinsel Bozukluklar ve Cinsel Kimlik Bozuklukları
      • Cinsel İşlev Bozuklukları
      • Cinsel Kimlik Bozuklukları
      • Parafililer
    • Delirium, Demans, Amnestik ve Diğer Bilişsel Bozukluklar
    • Dissosiyatif Bozukluklar
    • Duygudurum Bozukluğu
    • Genellikle İlk Kez Bebeklik, Çocukluk ya da Ergenlik Döneminde Tanısı Konan Bozukluklar
    • İlişki Sorunları
    • Kişilik Bozuklukları
    • Klinik İlgi Odağı Olabilecek Durumlar
    • Madde Kullanımı İle İlişkili Bozukluklar
    • Şizofreni ve Diğer Psikotik Bozukluklar
    • Somatofrom Bozukluklar
    • Uyku ve Uyku Bozuklukları
    • Uyum Bozuklukları
    • Yapay Bozukluklar
    • Yeme Bozuklukları
  • Makaleler
  • Psikiyatride Önemli Kişiler
  • Psikoterapi
  • Tedaviler
    • Biyolojik Tedaviler
      • EKT
      • İlaçlar
    • Psikoterapiler

En çok okunanlar

© 2025 D Psikiyatri Tüm hakları saklıdır.
Tasarım Uygulama SyberiumTechs

YUKARI