Kavga etmek, insanlık tarihinin en eski davranış biçimlerinden biridir. Sözlü tartışmalar, fiziksel çatışmalar, duygusal çekişmeler… Hepsi aynı temel sorunun etrafında döner: “Benimle aynı fikirde olmayan biriyle nasıl başa çıkarım?” Bu sorunun cevabı, sadece bireysel psikolojimizde değil; aile yapılarımızda, toplumsal kodlarımızda, kültürel mirasımızda ve hatta biyolojik donanımımızda gizlidir. Peki gerçekten, niçin kavga ederiz?
Kavga çoğu zaman bir çözüm değil, bir tepki biçimidir. Anlaşılmadığımızı hissettiğimizde, tehdit altında olduğumuzu düşündüğümüzde, haklarımızın ihlal edildiğini varsaydığımızda veya duygusal olarak incindiğimizde devreye girer. Bu tepki bazen bir savunma mekanizmasıdır, bazen de bir güç gösterisi. Ancak her durumda kavganın ardında bir ihtiyaç yatar: görülmek, duyulmak, anlaşılmak.
İnsan beyni tehdit algısına karşı oldukça hassastır. Limbik sistemde yer alan amigdala, potansiyel bir tehlike algıladığında devreye girer ve “savaş ya da kaç” tepkisini tetikler. Bu tepki evrimsel olarak bizi hayatta tutmak için geliştirilmiştir. Ancak modern dünyada bu mekanizma, fiziksel tehditlerden çok psikolojik tehditlere karşı çalışır. Bir tartışmada ses tonunun yükselmesi, bir bakışın küçümseyici olması, bir kelimenin yanlış seçilmesi… Tüm bunlar beynimizde bir alarm etkisi yaratabilir. Ve biz bu alarma karşı ya savunmaya geçeriz ya da saldırıya.
Kavga etmenin temelinde çoğu zaman bir duygusal ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçlar bireyin geçmiş deneyimleriyle şekillenir. Örneğin; çocukluk döneminde sürekli eleştirilen bir birey, yetişkinlikte eleştiriye karşı aşırı duyarlı hale gelebilir. Bu kişi bir tartışmada kendisine yöneltilen en ufak bir eleştiriyi bile kişisel bir saldırı olarak algılayabilir ve tepki gösterebilir. Bu tepki çoğu zaman kavga biçiminde ortaya çıkar. Çünkü kişi geçmişte yaşadığı duygusal yaraları yeniden yaşamamak için kendini korumaya çalışır.
Kavga aynı zamanda bir iletişim biçimidir. Her ne kadar sağlıklı bir iletişim yolu olmasa da bazı bireyler için duygularını ifade etmenin tek yolu budur. Özellikle duygularını bastırarak büyümüş bireyler, öfke patlamalarıyla kendilerini ifade etmeye çalışabilirler. Bu noktada kavga bir iç boşalım haline gelir. Bastırılmış duygular, birikmiş öfke, ifade edilememiş ihtiyaçlar… Hepsi bir anda dışa vurulur. Ve bu dışavurum çoğu zaman yıkıcı olur.
Toplumsal düzeyde kavga güç dengeleriyle ilgilidir. Gruplar, sınıflar, milletler… Hepsi kendi varlıklarını korumak, haklarını savunmak ve üstünlüklerini göstermek için çatışabilir. Bu çatışmalar bazen ideolojik olur, bazen ekonomik, bazen de kültürel. Ancak her durumda, kavganın ardında bir “biz” ve “onlar” ayrımı yatar. Bu ayrım aidiyet duygusunu beslerken aynı zamanda dışlayıcı bir kimlik yaratır. Ve bu kimlik çatışmayı kaçınılmaz hale getirir.
Kavga etmenin bir diğer nedeni de güç algısıdır. Güç sadece fiziksel bir üstünlük değil, aynı zamanda psikolojik bir kontrol biçimidir. Bir birey kendini güçsüz hissettiğinde, bu hissi telafi etmek için saldırganlaşabilir. Bu saldırganlık çoğu zaman bir güç gösterisi olarak kurgulanır. Ancak aslında altında yatan şey güçsüzlük korkusudur. Bu korku bireyi savunmacı hale getirir. Ve savunma çoğu zaman saldırıyla karıştırılır.
İlişkilerde kavga, bağ kurma biçimlerinden biri haline gelebilir. Özellikle yoğun duygusal bağların olduğu ilişkilerde, kavga etmek bir yakınlık göstergesi olarak algılanabilir. “Beni önemsediği için benimle kavga ediyor” düşüncesi bazı bireyler için ilişkiyi canlı tutan bir dinamik haline gelir. Bu dinamik zamanla toksik bir döngüye dönüşebilir. Kavga, ilişkinin vazgeçilmez bir parçası olur. Ve bu parça hem bireyleri hem ilişkiyi yıpratır.
Kavga etmenin ardında çoğu zaman bir “anlaşılmama” hissi yatar. Bu his bireyin kendini ifade edememesiyle ilgilidir. Duygularını, düşüncelerini, ihtiyaçlarını açıkça dile getiremeyen birey zamanla birikmiş bir öfke geliştirir. Bu öfke uygun bir ortam bulduğunda dışa vurulur. Ve bu dışavurum çoğu zaman bir kavga biçiminde olur. Bu noktada kavga bir iletişim eksikliğinin sonucu olarak ortaya çıkar.
Kavga aynı zamanda bir sınır çizme biçimidir. Birey kendi sınırlarının ihlal edildiğini düşündüğünde bu ihlale karşı tepki gösterir. Bu tepki bazen sözlü olur, bazen fiziksel, bazen de duygusal. Ancak her durumda birey kendi varlığını korumaya çalışır. Bu koruma çabası kavga biçiminde ortaya çıkabilir. Çünkü birey sınırlarını korumak için mücadele eder. Ve bu mücadele çoğu zaman çatışmayı beraberinde getirir.
Kavga etmenin bir diğer nedeni de öğrenilmiş davranışlardır. Birey, çocukluk döneminde kavga etmeyi bir iletişim biçimi olarak öğrenmişse yetişkinlikte de aynı biçimi kullanabilir. Bu öğrenme çoğu zaman model alma yoluyla gerçekleşir. Aile içinde sık sık kavga eden bireyler, çocuklarına bu davranışı aktarabilirler. Çocuk bu davranışı normalleştirir. Ve yetişkinlikte, benzer durumlarda aynı tepkiyi verir. Bu noktada kavga bir alışkanlık haline gelir.
Kavga bazen bir kimlik savunmasıdır. Birey kendi değerlerini, inançlarını, yaşam biçimini tehdit altında hissettiğinde, bu tehdide karşı tepki gösterir. Bu tepki çoğu zaman bir kimlik mücadelesi haline gelir. “Ben buyum ve değişmeyeceğim” mesajı kavganın temelini oluşturur. Bu mesaj bireyin kendini koruma çabasıdır. Ancak bu çaba çoğu zaman karşı tarafla bir çatışmayı beraberinde getirir. Çünkü kimlikler çoğu zaman uzlaşmaz.
Kavga etmenin ardında bazen de bir “hak arayışı” yatar. Birey haksızlığa uğradığını düşündüğünde bu haksızlığa karşı sesini yükseltir. Bu yükseliş bazen bir isyan olur, bazen bir direniş, bazen de bir kavga. Bu noktada kavga bir adalet arayışının dışavurumu haline gelir. Birey kendi haklarını savunmak için mücadele eder. Ve bu mücadele çatışmayı kaçınılmaz hale getirir.
Kavga aynı zamanda bir “değişim” talebidir. Birey mevcut durumdan memnun değilse bu durumu değiştirmek için tepki gösterir. Bu tepki çoğu zaman bir çatışma biçiminde olur. Çünkü değişim çoğu zaman dirençle karşılaşır. Bu direnç kavganın temelini oluşturur. Birey değişim talebini dile getirirken karşı tarafın direnciyle karşılaşır. Ve bu karşılaşma, çatışmayı doğurur.
Kavga etmenin ardında bazen de bir “duygusal boşluk” yatar. Birey kendini yalnız, anlaşılmamış, değersiz hissettiğinde, bu hisleri telafi etmek için tepki gösterir. Bu tepki çoğu zaman bir öfke biçiminde olur. Bu öfke kavga olarak dışa vurulur. Çünkü birey duygusal boşluğunu doldurmaya çalışırken aslında bir yardım çağrısı verir. Kavga bu çağrının en gürültülü biçimidir. “Beni fark et, beni duy, bana dokun” demenin öfkeli bir versiyonudur. Ve çoğu zaman bu çağrı duyulmaz. Çünkü kavga duygunun değil, gürültünün ön plana çıktığı bir sahnedir.
Kavga etmenin ardında bazen de bir “kontrol” arzusu yatar. Birey çevresini, ilişkilerini, olayları kontrol etmek ister. Bu kontrol arzusu, karşı tarafın özgürlüğüyle çatıştığında kavga kaçınılmaz hale gelir. Çünkü kontrol karşılıklı bir denge değil, tek taraflı bir yönlendirme talebidir. Bu talep karşılanmadığında öfkeye dönüşür. Ve bu öfke, çatışmayı doğurur.
Kavga aynı zamanda bir “değer” mücadelesidir. Birey kendi değerlerinin küçümsendiğini, yok sayıldığını veya tehdit edildiğini düşündüğünde, bu duruma karşı çıkar. Bu karşı çıkış çoğu zaman bir kavga biçiminde olur. Çünkü değerler, bireyin kimliğinin temel taşlarıdır. Bu taşlar yerinden oynadığında birey sarsılır. Ve bu sarsıntı, çatışmayı doğurur.
Kavga etmenin ardında bazen de bir “kıyaslama” hissi yatar. Birey kendini başkalarıyla kıyasladığında eksiklik duygusu yaşayabilir. Bu eksiklik zamanla öfkeye dönüşebilir. Özellikle rekabetin yoğun olduğu ortamlarda bu öfke dışa vurulur. Ve bu dışavurum kavga biçiminde gerçekleşir. Çünkü birey kendi yerini korumak ister. Bu koruma çabası çatışmayı beraberinde getirir.
Kavga bazen de bir “sessizlik” tepkisidir. Birey uzun süre duygularını ifade edemediğinde bu duygular birikir. Bu birikim bir patlama noktasına ulaşır. Ve bu patlama kavga biçiminde olur. Bu noktada kavga bir suskunluğun çığlığıdır. “Ben de buradayım” demenin yüksek sesli halidir. Ve çoğu zaman bu ses duyulmaz.
Kavga etmenin ardında bazen de bir “kaygı” yatar. Birey gelecekle ilgili belirsizlikler yaşadığında, bu belirsizliklere karşı tepki gösterir. Bu tepki bazen kontrol etme çabası olur, bazen de saldırganlık. Çünkü kaygı bireyi savunmacı hale getirir. Bu savunma çoğu zaman kavga biçiminde dışa vurulur. Ve bu dışavurum aslında bir korkunun ifadesidir.
Kavga aynı zamanda bir “bağ kurma” biçimidir. Özellikle duygusal olarak ihmal edilmiş bireyler, kavga yoluyla ilişki kurmaya çalışabilirler. Bu ilişki biçimi çoğu zaman sağlıksızdır. Ancak birey için tanıdık ve güvenli bir yoldur. Çünkü geçmişte bu yolla ilgi görmüştür. Bu ilgi kavga biçiminde yeniden aranır. Ve bu arayış çatışmayı doğurur.
Kavga etmenin ardında bazen de bir “rol” beklentisi yatar. Toplum bireylere çeşitli roller biçer: güçlü erkek, fedakâr kadın, itaatkâr çocuk… Bu roller, bireyin gerçek kimliğiyle örtüşmediğinde bir iç çatışma doğar. Bu çatışma dışa vurulduğunda kavga biçimini alabilir. Çünkü birey kendisine biçilen rolü reddeder. Ve bu reddediş çatışmayı beraberinde getirir.
Kavga aynı zamanda bir “dönüşüm” aracıdır. Birey mevcut durumdan çıkmak, yeni bir düzene geçmek istediğinde bu geçiş sancılı olabilir. Bu sancı çatışma biçiminde yaşanır. Çünkü dönüşüm, eskiyle yeninin mücadelesidir. Bu mücadele kavga biçiminde dışa vurulur. Ve bu dışavurum aslında bir yeniden doğuşun habercisidir.
Kavga etmenin ardında bazen de bir “duygusal miras” yatar. Aileden, toplumdan, kültürden aktarılan duygusal kalıplar bireyin davranışlarını şekillendirir. Bu kalıplar çoğu zaman farkında olmadan devreye girer. Ve birey geçmişin yüküyle bugünü yaşar. Bu yük çatışmayı doğurur. Çünkü birey kendi duygusal mirasını sorgulamadan yaşar. Ve bu yaşam kavga biçiminde dışa vurulur.
Kavga, aynı zamanda bir “kendilik” arayışıdır. Birey kim olduğunu, neye inandığını, neye ihtiyaç duyduğunu anlamaya çalışırken, bu arayışta çatışmalar yaşayabilir. Bu çatışmalar içsel olduğu kadar dışsal da olabilir. Çünkü birey kendiyle barışık olmadığında, başkalarıyla da barışık olamaz. Bu barışsızlık kavga biçiminde dışa vurulur. Ve bu dışavurum aslında bir kendini bulma çabasıdır.
Kavga etmenin ardında bazen de bir “duygusal yük” yatar. Birey geçmişte yaşadığı travmaları, kırgınlıkları, hayal kırıklıklarını taşıdığında bu yük zamanla ağırlaşır. Bu ağırlık, bir tetikleyiciyle harekete geçer. Ve bu hareket kavga biçiminde olur. Çünkü birey bu yükü taşımakta zorlanır. Ve bu zorlanma çatışmayı doğurur.
Kavga aynı zamanda bir “dil” meselesidir. Birey duygularını ifade edecek sağlıklı bir dil geliştiremediğinde bu eksiklik çatışmayı doğurur. Çünkü dil sadece kelimelerden ibaret değildir, aynı zamanda bir duygusal aktarım aracıdır. Bu aktarım bozulduğunda kavga kaçınılmaz hale gelir. Çünkü birey anlaşılmadığını hisseder. Ve bu his çatışmayı doğurur.
Kavga etmenin ardında bazen de bir “anlam” arayışı yatar. Birey yaşadığı olaylara bir anlam yüklemek ister. Bu anlam bazen adalet olur, bazen sevgi, bazen de özgürlük. Ancak bu anlam arayışı karşı tarafla örtüşmediğinde çatışma doğar. Çünkü her birey olaylara kendi penceresinden bakar. Bu bakış farklılığı kavga biçiminde dışa vurulur.
Kavga etmek sadece bir davranış biçimi değil, aynı zamanda bir duygusal, psikolojik ve toplumsal süreçtir. Bu sürecin ardında birçok katman yatar: görülme ihtiyacı, anlaşılma arzusu, sınır koruma çabası, kimlik savunusu, duygusal boşluk, kontrol isteği, değer mücadelesi, geçmişin yükü… Tüm bu katmanlar, kavganın nedenlerini oluşturur.
Peki kavga etmek zorunda mıyız? Hayır. Ancak kavga etmemek için önce kavganın nedenlerini anlamamız gerekir. Kendimizi tanımak, duygularımızı fark etmek, ihtiyaçlarımızı ifade etmek, sağlıklı iletişim kurmak… Tüm bunlar, kavganın yerini diyaloğa bırakmasını sağlar. Çünkü kavga çoğu zaman bir diyaloğun eksikliğidir.
Kavga etmeyi bırakmak, sadece sessiz kalmak değildir. Aynı zamanda kendini ifade etmenin yeni yollarını bulmaktır. Bu yollar empatiyle, anlayışla, sabırla şekillenir. Ve bu şekillenme bireyin dönüşümünü başlatır. Çünkü kavga bir son değil, bir başlangıç olabilir. Eğer biz bu başlangıcı fark edersek.
Şimdi kendinize sorun: En son ne zaman gerçekten anlaşılmadığınızı hissettiniz? O an neye ihtiyaç duyuyordunuz? Ve bu ihtiyacınızı nasıl ifade ettiniz? Kavga ederek mi, yoksa konuşarak mı?
İşte bu sorular, kavganın ardındaki sessizliği duymanızı sağlar. Ve belki de o sessizlikte gerçek cevabı bulursunuz.
Uzm. Kl. Psk. Bensu Erkişi
