Uzun zamandır düşündüğüm bir konu “stres”. Sonunda üzerine yazma fırsatı bulduğum. Gerek klinik çalışmalarımda gerekse gündelik hayatın ilişkileri içinde insanlardan duyduğum “Strestendir canım”, “Bu aralar çok stresliyim”ve de özellikle “Doktor stresi azaltmam gerektiğini söyledi” cümleleri. Sonra o meşhur “Stres İdaresi” kavramı.
Nedir bu “stres”? Bu kadar kolay ve genel bir şekilde teşhis konulan. Adeta bir beslenme hatası gibi diyetten çıkarılması, azaltılması gereken. Yine bir şirket yönetir gibi somut davranış şekilleriyle idare edilebilir tanımlanan.
Bu yazıda üzerinde durmak istediğim “stres”in yukarıda ifade edilen şeklinden çok daha karmaşık bir yapısı olduğudur. Belki de anlaşılması gereken en önemli nokta o “buzdağının” bir de suyun altında kalan kocaman bir kısmının varolduğudur.
“Stres”; kişinin kendini tehdit veya baskı altında algıladığında verdiği fiziksel, zihinsel, duygusal ve davranışsal tepkiler bütünü olarak tanımlanmaktadır. Onu karmaşık kılan ise her insanda farklı durumlarda ve farklı şekillerde ortaya çıkmasıdır. Yaşam biçimi, kişilik özellikleri ve başa çıkma yöntemleri “stres” halini şekillendirmektedir.
Fiziksel ve ruhsal bütünlüğü korumak için verilen “alarm” tepkileri her ne kadar olumsuz hal yaratsalar da kişiyi önlem alması için bir uyarı niteliğindedir. “Uyusam da yorgun kalkıyorum”, “Bu aralar çok rahatsız uyuyorum. Sürekli kabuslar gorüyorum”, “Hiç birşey yiyemiyorum”, “Her tarafım ağrıyor. Boynum, sırtım kopacak gibi”, “Yine midem kötü”, “Hiç keyfim yok. Hiçbir şey yapmak istemiyorum”, “Bu aralar çok sinirliyim”, “Çok çabuk yoruluyorum” gibi şikayetler ile kendini gösterir stres. Kişinin alışılageldik işlevselliğinde bazı değişiklikler başgöstermeye başlamıştır. Kişi; her zaman olduğu gibi hissedememekte, düşünememekte ve davranamamaktadır. Eğer bu dönem yeterince uzun sürmez, problem çözümlenir veya kişi kendini korumak adına tedbir alırsa “stres”in olumsuz etkileri azalacaktır. “Olağanüstü hal” kalkacak ve sistem normal işleyişine geri dönecektir.
Madalyonun bir diğer yüzü ise daha karanlıktır. “Stres” dönemi uzun sürebilir. Geri dönüşü olmayan (ölüm, kronik hastalık, iflas gibi) hayat olayı niteliğinde başgösterebilir. Bir diğer önemli nokta ise kişisel farklılıklardır. Tetikleyici olaylara verilen tepkiler, bu olayları algılama ve başa çıkma biçimi, bazı kişilik yapılanmalarında son derece yıkıcı olmaktadır. “Sevgilimden ayrıldım. Bir kutu ilaç içtim”, “Çok sinirliyim bu aralar. Sana vurdum ama beni mazur gör”, “Bu aralar çok kötüyüm. Her akşam bir büyük içiyorum”, “Geçen akşam mide ağrısı yüzünden acile gittim. Doktor stres yüzünden olduğunu söyledi” gibi daha çok çeşitlendirilebilecek tepkiler “normal sınırlar içinde” değerlendirilmez. Varolan “stres” her ne olursa olsun bu tepkiler kişilik yapılanmasında önemli bir hassasiyetin olduğuna, bu hassasiyetin hayatın o döneminde ciddi anlamda tetiklendiğine ve kişilik yapılanmasının başa çıkmada yetersiz kaldığına işaret etmektedir. Dolayısıyla kişinin psikolojik tedavi alması gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Yazımın başında da belirtmiş olduğum gibi işte buzdağının suyun altında kalan o karanlık ve büyük kısmı “stres”in bu şekilde tezahür etmesidir. Fiziksel şiddet, intihar girişimi, kesme, vurma gibi kişinin kendi kendine zarar vermesi, tıbbi tetkikler sonucu yeterince açıklanamayan fiziksel şikayetler, varolan fiziksel hastalıklarda nüks sıklığı, yoğun alkol tüketimi, kişilerarası ilişkilerde yoğun çatışmalar, iş veya okul hayatında önemli performans düşüklüğü gibi durumlar sadece ve sadece “stres” olarak açıklanamaz. Dolayısıyla “stres idaresi” yöntemlerinin bu durumlarda yetersiz kalma olasılıkları yüksek olacaktır. Çünkü problem “stres” değildir.
Son olarak “stres”e dair bir diğer yanlış inançtan bahsetmek istiyorum. O da “stres” in sadece olumsuz hayat olayları tarafından tetiklendiği düşüncesi. İnsan hayatında anlamlı derecede değişikliğe neden olan her hayat olayı “stres” halini yaratabilmektedir ki bunun içinde evlilik, terfi etme, yeni ve güzel bir eve, semte taşınma, üniversiteye başlama, hamilelik, çocuk sahibi olma gibi son derece olumlu olaylar da yer almaktadır.
Belki de düşünülmesi gereken, olumlu veya olumsuz her hayat olayının varolan düzende bir değişiklik yaratmakttığı ve kişi tarafından bir adaptasyon süreci gerektirdiğidir. Sisteme yeni bir “hal” eklenmiştir, alışılagelenin yerine başka bir “varoluş” biçimi ortaya çıkmıştır ve alışkanlıklar her ne kadar “yeni gelene” kıyasla daha “olumsuz, yetersiz, kötü” olsalar da bir kere “alışılmışlardır” ve gelen “yeniyle” beraber bir ayrılık yaşanacaktır. Bunun da kişi de “stres” hali yaratması anlaşılabilir. Neticede “uyum”, beraberinde az veya çok sancılı bir süreci de getirecektir.
Sözlerimi, bundan sonra kendi hayatınızda veya başkalarının hayatlarında “stres” olarak tanımladığınız “hal”lere daha gerçekçi bakmanız temennisiyle, burada noktalıyorum.
Uzm.Psk.Mine Karagözoğlu